Sosyal medya akışımızda kaydırdığımız her içerik, aslında yalnızca tesadüf değil; algoritmaların bilinçli tercihlerimize müdahalesinin bir sonucu. Beğendiğimiz, izlediğimiz ya da birkaç saniye durup baktığımız her paylaşım, platformlara ruh hâlimiz hakkında sinyaller gönderiyor. Zamanla bu veriler, karşımıza çıkan içerik türünü şekillendiriyor ve farkına varmadan bizi belirli bir duygu döngüsüne sokabiliyor.
Araştırmalar, özellikle Instagram, TikTok ve YouTube gibi platformlarda yoğun vakit geçiren kullanıcıların, duygu dalgalanmalarını algoritmik içeriklerle paralel yaşadığını ortaya koyuyor. Sürekli olarak "mükemmel hayat" temalı paylaşımlara maruz kalmak, bireylerde yetersizlik hissini artırabiliyor. Öte yandan, öfke ve korku uyandıran haberlerin daha fazla etkileşim getirmesi, bu tarz içeriklerin daha sık karşımıza çıkmasına neden oluyor.
Asıl sorun ise şu: Algoritmalar bizi mutlu etmek için değil, ekranda daha uzun süre tutmak için tasarlanıyor. Bu da demek oluyor ki, ruh hâlimiz çoğu zaman bilinçli tercihlerimizle değil, veri odaklı sistemlerin optimizasyon hedefleriyle şekilleniyor. Bir noktadan sonra "ne görmek istiyoruz?" sorusu, yerini "algoritma neyi görmemizi istiyor?" sorusuna bırakıyor.
Dijital çağda bu döngüden çıkmanın yolu ise farkındalıktan geçiyor. Bildirimleri sınırlamak, içerik tüketim alışkanlıklarını sorgulamak ve algoritmik önerilerin farkında olmak, zihinsel özgürlüğümüzü geri kazanmanın ilk adımı olabilir. Çünkü ruh hâlimizi yöneten şeyin bir makine değil, yine biz olmamız gerekiyor.








