Telefonunuz cebinizde dururken bile "çalışıyormuşsunuz" gibi hissettiğiniz oluyor mu? Bildirim sesi, titreşim, kilit ekranda beliren o küçük kırmızı nokta… Günün içinde defalarca bölünmek, sandığımızdan daha büyük bir zihinsel yük yaratıyor.
Asıl mesele şu: Bildirimler dikkatimizi değil, irademizi tüketiyor. Her uyarı "şimdi bak" diye küçük bir komut veriyor; biz de fark etmeden odaklanmayı bırakıp tepki vermeye başlıyoruz. Bu durum zamanla işi sadece yavaşlatmıyor, aynı zamanda zihinde sürekli açık kalan "yarım işler" hissini büyütüyor.
Beyin, her bölünmede yeniden toparlanmak zorunda kalıyor. Kısa bir "bakıp çıkacağım" bile çoğu zaman 2 dakika sürmüyor; o uyarının açtığı zihinsel kapı kapanana kadar günün ritmi bozuluyor. Bu da yorgunluğu artırıyor, sabırsızlığı yükseltiyor ve gün sonunda "hiçbir şey yapmadım ama çok yoruldum" hissini besliyor.
Üstelik bildirimler sadece çalışma düzenimizi değil, duygularımızı da yönetiyor. Mesaj gelince rahatlıyoruz, gelmeyince huzursuz oluyoruz; yani dış dünyadan gelen sinyallerle iç dünyamızın ayarı oynuyor. En tehlikelisi de şu: Uzun vadede "sıkılma" kasımız zayıflıyor. Sıkıldığımız an kaçmak için telefona uzanıyoruz ve zihnimiz sessizliği bir tehdit gibi algılamaya başlıyor.
Peki çözüm "bildirimleri tamamen kapatmak" mı? Herkes için değil. Ama küçük bir düzen bile büyük fark yaratır: Gün içinde 2–3 kez "kontrol penceresi" belirlemek, gereksiz uygulamaları susturmak, kritik bildirimleri (aile/iş gibi) ayrı tutmak… Amaç telefonu düşman ilan etmek değil; dikkatimizin direksiyonuna yeniden geçmek.









